28 Şubat 2012 Salı

Paul Cezanne


Paul Cezanne 1839 da Fransa’nın güneyindeki, Aix-en Provence’de dünyaya geldi. Paul’un babası  1848 de Aix’de iki banka kurdu. Paul iki kız kardeşi ile zengin bir aile ortamında büyüdü.

13 yaşındayken Bourbon kolejinde Emile Zola ile tanıştı. Babasının teşvikiyle hukuk eğitimi almak üzere Aix Üniversitesi’ne kaydoldu. Emile Zola’nın da yüreklendirmesiyle hukuk eğitimini bırakarak Paris’e giderek ressamlığı denemeye karar verdi.  Fakat Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne yaptığı başvuru kabul edilmedi. Bu olay nedeniyle hevesi kırılsa da, babasının desteği ile Paris’te yaşamını sürdürmeye başladı. Burada Pissaro ile tanıştı. Pissaro onu Monet, Manet ve Renoir gibi ressamlarla tanıştırdı. Sonrasında Manet, Whistler ve Pissaro gibi ressamlarla karma sergilere katıldı. 1877 de üçüncü izlenimciler sergisine on altı tablosuyla katıldı. Eserleri beğenilmedi ve eleştiri yağmuruna tutuldu.

Monet, Degas, Manet gibi Paris’te yaşayan ressamlar, resim sanatının geleneksel değerlerini silen, yeni resim biçemini izlemekteki kararlılıklarıyla eleştirmenlere meydan okuyorlardı.

Monet’in bolca sürdüğü turuncu boyayla yaptığu su üzerinde doğan güneşin izlenimini, alay konusu yapan eleştirmenler, yaptıkları tanımlarla bu akıma izlenimcilik adını koymuş oldular.

Cezanne, geç izlenimcilerden Van Gogh Gauguin ve Seurat gibi ressamların yanında kendi biçemini geliştirirken, gittikçe artan bir etkiye de sahip oldu.
Cezanne parasal destek açısından zengin ebeveynlerine son derece bağımlıydı. Sevgilisi Hortense Fiquet ile aynı evde yaşamaya başladığından, babasının aylık harçlığını keseceği korkusuyla bu ilişkiyi gizli tuttu. Oğlu Paul’un doğumu aradan sekiz yıl geçtikten sonra, Cezanne’ın ailesi tarafından öğrenildi. Cezanne’ın babası verdiği harçlığı yarı yarıya azalttı ve oğlunu dostlarına muhtaç bir duruma bıraktı. 

Ressam oğluna çok bağlı ve hoşgörülü bir baba oldu. Oğlu büyüdükçe işlerinin düzenlenmesi konusunda ona daha da bağımlı bir hale gelmişti. Oğlu daha sonra Cezanne’ın danışmanı oldu. Onun mali işleri ve ve resimlerinin satışıyla ilgilendi.

Cezanne babası 1886 yılında öldükten sonra büyük bir miras aldı. Böylece istediği yaşam tarzını seçme imkânı buldu. Aix’deki aile evi olan, Jas de Bouff’tan malikânesinin hizmetinde çalışan kişilerden bazılarını da tabloları için model olarak kullandı. Bu işçilere kendisine uzun süre poz vermelerini sağlayacak kadar para ödeyebiliyordu. Cezanne insan resimlerinde de natürmort ve peyzaj resimlerinde olduğu kadar titiz bir şekilde çalışmaktaydı. Bir süre Hortense, Paul ve kız kardeşiyle birlikte Jas de Bouffan’da dışa kapalı bir yaşam sürerek, kendini sadece resim yapmaya verdi. Daha sonra da, Les Lauves yolunda en gözde motifi olan Sainte-Victorie Dağı manzaralarını gören yeni bir atölye kurdu. Cezanne insanlarla temastan kaçınmış, hatta sokaklarda karşılaştığı tanıdıklarından gizlenmek için saklanmaya çalıştığı bile olmuştur.

Resimlerini nasıl yapardı?

Cezanne yüzeydekinin ötesine uzanan bi resim biçeminin peşindeydi. Konusunun temel biçimi renkle şekillenip ortaya koyuluyordu. Diğer İzlenimci ressamlar ışığın yüzeydeki gelip geçici İzlenimlerini yakalayabilmek için çok hızlı çalışırken Cezanne sağlam biçimler oluşturmak için yavaş titizlikle çalışmaktaydı. ‘’İzlenimcilikten Müze resimleri gibi sağlam ve dayanıklı bir şey oluşturmak istediği’’ yönündeki sözleri çok ünlüdür. 

Konuyu renk ve ton olarak ortaya koyan imgeler yaratmaya uğraşmıştı. Bir nesnenin tonunu ortaya koyan rengi belirlemek ve böylece çizgi ya da gölgeye gerek kalmadan, renklerden somut bir şey ortaya çıkarmak istiyordu. Yöntemini şu sözlerle anlatır: ‘’Perspektifi yalnızca renk kullanarak vermeye çalışıyorum… Doğa kendisini çok karmaşık bir biçimde açtığı ve sürekli bir ilerleme zorunluluğu olduğu için çok yavaş yol alıyorum. Kişi modelini doğru bir şekilde görmeli, doğru şekilde hissetmeli.  Bunun da ötesinde kendisini üstün ve sağlam bir şekilde ifade etmelidir.'’

Cezanne’nin ‘’doğayı küre, koni ve silindir biçimlerine göre işleyin’’ sözleri sanatçılarda yankı bulur. Cezanne’ın son suluboya ve yağlıboya resimlerindeki küçük yüzeyleri bir mozağin parçaları gibi birbirine eklemlediği resimleri, Öklid Geometrisinin resimdeki karşılığı olan doğadaki koniler, küreler, silindirlerle ifade edişi, Rönesans perspektifini bozarak, bir resim içinde seçtiği nesneleri farklı açıdan göstermesi onu farklı kılmaktadır. Cezanne’ın bu tavrı kübizmin ortaya çıkmasına neden olur.

Cezanne’ın sanatı bugün 20. Yüzyıl batı resminin gelişimi açısından son derece önemli görülmektedir. Tarihçiler, Cezanne’ın hazırladığı kompozisyonlarda altta yatan yapıyı araştırma biçimini Kübizm ve soyut resme kaynaklık eden modern resmin kuruluşu olarak göstermektedir. Kamuoyunu çok şaşırtan yeni bir resim biçemini sergileyen o küçük grubun içinde olmasına rağmen, kendini asla İzlenimci bir ressam olarak görmemiştir. Cezanne’ın sanatını onu izleyen ressamlar için önemli duruma getiren şey, hepsinin ötesinde kompozisyonun biçimsel öğelerine saplantısı ve İzlenimcilere has bir şekilde ışığın peşinde koşmaktan çok, rengi ton olarak kullanmaya çalışmasıdır. Cezanne’ın yaşamı boyunca ortaya çıkardığı eserlerin tümü, ressamlara ne gördüklerini ve önlerinde duranı nasıl yorumlayıp yansıttıklarını çok detaylı bir biçimde sorgulama imkânı verdi. Eserleri öncelikle ‘’görme’’ sürecinin önemini vurguladı. Sözü edilen bu süreç 20. Yüzyıl sanatında gittikçe daha belirginleşmiş ve birçok eserin değerlendirilme biçimine temel oluşturmuştur.

… ve Cezanne, Picasso tarafından ‘’Benim tek ve biricik ustam Paul Cezanne sanki. Hepimizin babası gibiydi.’’