20 Temmuz 2012 Cuma

August Macke


3 Ocak 1887 Meschede – 26 Eylül Champagne. 

Onun resimlerine bakanlar caddelerde, parklarda dolaşıyor gibidir. Hanımlar şapkacı dükkanlarının vitrinlerine bakmaktadır. O günlerde herkes şapka takıyordur ve renk renk, biçim biçim şapkaların içinden en güzelini, en yakışanını seçmek hiç de kolay olmasa gerektir.
Bir bakarsın, güneşli bir yaz günü, kibar ve ciddi bir bey, gölgesi güzel bir ağacın altında, sessiz bir bankta oturmuş keyifle gazetesini okumaktadır. Hafif bir rüzgarın estiğini ve dalarda kuşların cıvıldadığını sen de hissedersin. Bir kır kahvesinde maslarında oturmuş söyleşenleri, gazeteleri okuyanları görürsün.

O öğleden sonranın canlılığı senin de gözlerine yansır. Gölde bir yelkenli süzülürken, insanlar göl kıyısındaki bir duvara dayanıp manzarayı izlerken, şu az önce önümüzden geçen siyah takım elbiseli iki bey amca acaba siyaset mi konuşmaktaydı, der gibi bir edaya bürünmüşlerdir.



Az ötede kollarını trabzana dayamış bir çift baş başa vermiş, koyu bir sohbete dalmış gibiler. Bak, bir anne, ele avuca sığmayan oğlunu bu parkta yürüyüşe çıkarmış. Ya şu nehir kıyısında el ele dolaşan aşıklara bakan yeşil ceketli yalnız kadının hüznü, senin de gözüne takılmadı mı?

Kah bir gösteriyi izleyen seyircilerin arasına karışır, locada yerini alırsın, kah Macke'nin evinin penceresinden yoldan gelip geçenlere ya da karlı çatılara bakarsın. Bayan Macke, elinde bir meyve tabağıyla mutfaktan çıkageldiğinde şaşırmazsın.

Bir resminde bahçede çiçeklerle ilgilenen karısı, neşe içinde koşup oynayan çocuklarına seslenmektedir. Nasıl da sıradan, gündelik bir andır bu. Hayatın hep böyle anlardan ibaret olduğu sanılan... olağanüstü güzelliği fark bile edilmeden yaşanan... ama sonra bambaşka, belki de imkansız bir yerde ve zamanda durup durup anımsanacak, hep özlenecek bir an... Macke, bu resmi yüreğine koyup, beraberinde cepheye götürmüştür.
Birinci Dünya savaşı patlak vermiş, daha dün bambaşka amaçalar peşinde koşan trenler dolusu gencecik insan, şimdi asker olarak cephelere gönderilmeye başlanmıştır. Macke, en ünlü esimlerinden “Veda” ile bizi, tren garında savaşa uğurlanan askerlerin aileleriyle vedalaşmalarına tanık eder.
Babalarını belki son kez gören çocuklar... bir elinde, kocasını uğurladıktan sonra gözyaşlarını sileceği beyaz bir mendil ile kalakalan bir eş... resmin karanlık atmosferinde o beyaz mendil bir semboldür aslında: bir meçhule gidişin ve kasvetli bir geride kalışın acı sembolü... Çok değil, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, Macke de o garda geri dönmemecesine ailesiyle vedalaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı başladığında cepheye çağrılmış, bir ay içinde ölmüştür. Belli ki boyalarını, fırçalarını bırakıp da silahlara alışamamıştır. Yaşamı tuvallerinde yeniden yaratmak yerine, yaşayanları öldürememeiştir.
Yalnızce yirmi yedi yaşındadır öldüğünde ve adı mezar taşından önce resim tarihine yazılmıştır.
Macke'nin resimleri, bakarken bir an göze çarpan görüntülerdir sanki. Akıp giden, bizim dışımzdaki – Macke'nin dışındaki hayattan anlık kesitlerdir... tüm resimlerini hep bir “dışardan bakan” gözüyle çizmiştir. Bir daha oralarda olmayacağını, hayatın onsuz da akacağını sezmiş gibi... belki veda eder gibi, ama aynı zamanda “orada ben de vardım bir zamanlar” der gibi...




içimde bir isyan, istemsizce mırıldanıyorum. “Harbe giden sarı saçlı çocuk!/Gene böyle güzel dön/dudaklarında deniz kokusu/Kirpiklerinde tuz...”
Kaynak: Artist/Modern