22 Kasım 2013 Cuma
15 Kasım 2013 Cuma
14 Ekim 2013 Pazartesi
5 Ağustos 2013 Pazartesi
Chagall
Marc Chagall
neredeyse bir asır yaşadı. İki dünya savaşı ve bir devrim
gördü. Amerika'ya kaçıp kurtulabilmiş bir Rus Yahudisi
olarak izledi. Rusya'daki köyünün ve onca sevdiği Paris'in
Nazilerce işgal edilişini... her savaş öncesinde ailesi için,
resimleri için, anıları için korkulu düşler gördü. Her
savaştan nice izler kaldı ruhunda. Belki de bu nedenle onun
resimlerinde erkekler sevgililerini, anneler bebeklerini korurlar
hep. Belki de bu nedenle hemen her resminde sevdiğini korumaya
çalışan adam olarak çıkar karşımıza. Kendisini aşan,
görünmez tehlikelerden sevdiğini çaresizce korumaya çalışıp
duran bir adam.
Resimlerinde
anılar ve düşler iç içedir. Anılar, artık birer düşten
ibaretti. Rusya'da bir köyde geçen çocukluk düşlere dönüşmüş,
geride bırakılan köy olmuştur. Koca gözlü, rengarenk inekler,
atlar, özlemle sarılıp sığınılacak dev bir kırmız horoz,
artık yaşamayan nice akrabalar...
Onun
resimlerinde, insanlar meleklerle yan yanadır. Uçmak, yürümek
kadar doğaldır. İnsanlar evlerden büyük, tavuklar ve horozlar
insan boyutundadır.
Aşka inanan bir
adamdı Chagall. Aşkı bulmuş ve kaybetmiş bir adam oldu. Biricik
aşkı ve otuz yıllık eşi Bella'nın ölümünü yaşadı.
Resimlerinde aşkın romantizmi,ü çok sevilenle bir bütün
olabilmenin güzelliği ve onu kaybetmenin hüznü bir arada bulunur
çoğu kez. Sevgili, bir türlü unutulamayan, hep anımsanan, hep
özlenendir.
Ay ışığının
loş aydınlığında, düşler ve gerçekler, birbirinden ayırt
edilemeyen gölgeler olup çıkarlar. Meleklerin şarkıları
Chagall'ın resimlerine, Chagall'ın resimleri meleklerin şarkılarına
karışıverir. Sonunda bir de bakarsın ki, düşler gerçek olmuş,
gerçekler de düş... Chagall'ın resimlerinde meleklerin
şarkılarını duyman bundandır.
Şehrin, göğün
mavisine karıştığı bir saat vardır. Hani güneşin, ayı
kıskanıp, bir daha doğmayacakmış gibi saklandığı... Bütün
evlerin ışıklarının çoktan bir bir sönmüş olduğu, herkesin
bir günü daha öyle ya da böyle bitirmiş olduğu... Şairin
dediği gibi ay “bir masal meyvesi gibi” büyülü, maviye asılı
durmaktadır. Onu “kırılmış dal uçlarından paylaşmış”
olanlar çoktan örtülerinin altında, düşlerinde kaybolmuşlardır
bile.
O mavi saatte
hayat, gökyüzünün mavisinde asılı kalmış bir sihirli
bukettir. Gecenin serinliğinde baygın ıhlamur, iğde, hanımeli ve
gül kokuları birbirine, benim hüzünlü şarkım rüzgâra, rüzgâr
saçlarıma karışır. Bilirim, o saatte mavi olup çıkmış her
evde, başka bir öykü uyuyacak sabaha kadar. Her öykü, sabaha
kadar serin bir düş, sabah olunca yeniden kan ter içinde hayatın
ta kendisi olacak.
“Mavi Kemancı”
dedi Chagall bana. “Hayatın mavi öykülerini mavi şarkılar
yapıp söyle bize. Söyle ki, geceler karanlık, ıssız ve
yapayalnız olmasın. Söyle ki, öykülerimizin bir müziği, bir
şiiri bir anlamı olsun. Söyle bizler de birer ses, birer nota
olalım. Birileri de bizi duysun.
4 Haziran 2013 Salı
28 Mayıs 2013 Salı
EDWARD HOPPER / 22 Temmuz 1882 – 15 Mayıs 1967
Amerika'da doğan
Hooper, duygusal olmayan gerçekçi tabloları, kent ve kırsal kesim
insanları ile onların ortamlarını benzer biçimde betimleyerek
yirminci yüzyılın başlarındaki Amerikan yaşamını çarpıcı
bir biçimde yansıtmaktadır.
1920'lerde
ulaşım sistemlerinin çağdaşlaştırılması, halkın büyük
kitleler halinde küçük kasabalardan kent merkezlerine göç
etmesini tetiklemişti. Amerikan yönetimi, ele geçirilmiş olan
kıtanın kısa tarihine rağmen, siyasi arenadaki ciddi
yapılanmasını, yine aynı tarihlerde ulusal bir proje olarak
tamamlama ve dünyaya dayatma sancısı içersindeydi. İtalyan ve İrlandalı göçmenlerde rastlanan mafyatik eğilimler de aynı
tarihlere denk düşmektedir.
Hopper ve yüzyılın başından önce,
sanatsal diğer alanlarda dünyaya hiçbir sunumu olmayan bir toplum,
gelecek yıllarda dünyayı etkileyen/tetikleyen akım ve oluşumların
merkezi/çıkış yeri olacaktır. Bu açıdan da 1900'lü yılların
Amerikası ve başlangıçta yer alan isimlerden biri olma
özelliğinden dolayı Hopper çok iyi okunmalıdır.
Hopper, ışık
ve rengin mükemmel karışımını resimlerinde uygulamayı 1901'den
1906 yılına kadar Paris'te öğrencisi olduğu Robert Henri'den
öğrenmişti. Henri, Amerika'nın gelişen metropol yaşamını,
apartmanları, rıhtımları, fabrikaları, sokakları gerçekçi bir
anlayışla resmetmeyi amaçlayan, Ashcan okulu olarak bilinen bir
ressamlar grubunun üyesiydi. Fakat hopper, diğer yerel sanatçıların
küçümsediği ya da görmezden geldiği, Amerika'nın yalın
mimarisi ve günlük sokak görünümlerini kendi yorumuyla
aktarıyordu. İster demiryolu istasyonları veya tren vagonları
olsun, ister barlar, restoranlar, çeşitli ev sıraları ya da
evlerin ön sundurmaları olsun, Hopper Amerika'yı gördüğü
biçimde resmetti.
Sanayileşme ile
birlikte yaşanan değişimi; bireyin ve çevresinin de zorunlu
olarak yaşayacağı dönüşümle paralel olarak algılayan sanatçı,
etkileyici ve dokunaklı bir trajiklikle dönemini resmetmeyi
başarmıştır. Amerikan yaşam tarzında meydana gelen bu değişimi
belgeler nitelikteki çalışmaları, dokunaklı olmakla birlikte
özgün bir ifadedir. Özellikle günümüzde “kentsel dönüşüm”
dayatmalarının yaşandığı İstanbul günlüğünde, belki
de Hopper'ın aktarmaya çalıştığı, kasaba ve şehrin dışında
kalan sakin yaşamlara dair görünümleri, döneminin çağdaş
yapılanmasının, diğer bir taraftan Amerikan alt ve orta sınıfının
kaybolan suskunluğunun yansımasıdır. Hopper, genellikle
tablolarında insanın zaman karşısındaki konumunun ne kadar üzücü
olduğunu, zamanın kontrol edilemez akışını ve bireylerin
birbirleri ile ya da misafiri oldukları dünya ile gerçekten
iletişim kurmalarını engellenmeye yapılanmaya işaret etmektedir.
Bu açıdan Hopper, resimleri ile yakın tarihin perdesini aralayan
bir belgeselci gibidir. Amerikan gerçekçiliğinin önde gelen
sanatçılarından Hopper'ın eserlerini incelediğinizde, pek çok
filmin bu kompozisyonlardan etkilkenerek kadrajlandığını
görürsünüz. Edebiyatçıların da esin kaynağı olan ressam,
1950 sonrası kaleme alınmış Amerikan edebiyatının mekân
tasvircisi olarak okunabilir.
Hopper'ın
“Gaz” adlı resmine baktığınızda, bu olağanüstü, izleyene
heyecan veren kompozisyon, hareketli bir görüntüye dönüşmek
üzere olan donmuş bir film karesi gibi görünmektedir; belki bir
yol, korku ya da macera filminin çarpıcı sahnelerini
hatırlatmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)