Marc Chagall
neredeyse bir asır yaşadı. İki dünya savaşı ve bir devrim
gördü. Amerika'ya kaçıp kurtulabilmiş bir Rus Yahudisi
olarak izledi. Rusya'daki köyünün ve onca sevdiği Paris'in
Nazilerce işgal edilişini... her savaş öncesinde ailesi için,
resimleri için, anıları için korkulu düşler gördü. Her
savaştan nice izler kaldı ruhunda. Belki de bu nedenle onun
resimlerinde erkekler sevgililerini, anneler bebeklerini korurlar
hep. Belki de bu nedenle hemen her resminde sevdiğini korumaya
çalışan adam olarak çıkar karşımıza. Kendisini aşan,
görünmez tehlikelerden sevdiğini çaresizce korumaya çalışıp
duran bir adam.
Resimlerinde
anılar ve düşler iç içedir. Anılar, artık birer düşten
ibaretti. Rusya'da bir köyde geçen çocukluk düşlere dönüşmüş,
geride bırakılan köy olmuştur. Koca gözlü, rengarenk inekler,
atlar, özlemle sarılıp sığınılacak dev bir kırmız horoz,
artık yaşamayan nice akrabalar...
Onun
resimlerinde, insanlar meleklerle yan yanadır. Uçmak, yürümek
kadar doğaldır. İnsanlar evlerden büyük, tavuklar ve horozlar
insan boyutundadır.
Aşka inanan bir
adamdı Chagall. Aşkı bulmuş ve kaybetmiş bir adam oldu. Biricik
aşkı ve otuz yıllık eşi Bella'nın ölümünü yaşadı.
Resimlerinde aşkın romantizmi,ü çok sevilenle bir bütün
olabilmenin güzelliği ve onu kaybetmenin hüznü bir arada bulunur
çoğu kez. Sevgili, bir türlü unutulamayan, hep anımsanan, hep
özlenendir.
Ay ışığının
loş aydınlığında, düşler ve gerçekler, birbirinden ayırt
edilemeyen gölgeler olup çıkarlar. Meleklerin şarkıları
Chagall'ın resimlerine, Chagall'ın resimleri meleklerin şarkılarına
karışıverir. Sonunda bir de bakarsın ki, düşler gerçek olmuş,
gerçekler de düş... Chagall'ın resimlerinde meleklerin
şarkılarını duyman bundandır.
Şehrin, göğün
mavisine karıştığı bir saat vardır. Hani güneşin, ayı
kıskanıp, bir daha doğmayacakmış gibi saklandığı... Bütün
evlerin ışıklarının çoktan bir bir sönmüş olduğu, herkesin
bir günü daha öyle ya da böyle bitirmiş olduğu... Şairin
dediği gibi ay “bir masal meyvesi gibi” büyülü, maviye asılı
durmaktadır. Onu “kırılmış dal uçlarından paylaşmış”
olanlar çoktan örtülerinin altında, düşlerinde kaybolmuşlardır
bile.
O mavi saatte
hayat, gökyüzünün mavisinde asılı kalmış bir sihirli
bukettir. Gecenin serinliğinde baygın ıhlamur, iğde, hanımeli ve
gül kokuları birbirine, benim hüzünlü şarkım rüzgâra, rüzgâr
saçlarıma karışır. Bilirim, o saatte mavi olup çıkmış her
evde, başka bir öykü uyuyacak sabaha kadar. Her öykü, sabaha
kadar serin bir düş, sabah olunca yeniden kan ter içinde hayatın
ta kendisi olacak.
“Mavi Kemancı”
dedi Chagall bana. “Hayatın mavi öykülerini mavi şarkılar
yapıp söyle bize. Söyle ki, geceler karanlık, ıssız ve
yapayalnız olmasın. Söyle ki, öykülerimizin bir müziği, bir
şiiri bir anlamı olsun. Söyle bizler de birer ses, birer nota
olalım. Birileri de bizi duysun.