25 Kasım 2012 Pazar
12 Ekim 2012 Cuma
OTTO DIX - ŞİDDET VE BAŞKALDIRI
Alman
dışavurumcu ressam ve grafiker Otte Dix 1891 yılında Dresdan
Gera'da emekçi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Onun
yetiştiği şartları göz önüne aldığımız zaman, kişiliğinin
gelişimini ve bunların sanatındaki yansımalarını bulmak için
gerekli olan ipuçlarını edinebilmekteyiz.
19. yüzyıl
sonu ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa; ekonomik, siyasi, kültürel,
bilimsel ve teknolojik gelişiminin sonuçlarını almaya başladığı
bir dönemin içindeydi. Bu dönem büyük şehirlerde yaşanmakta,
kendini yüksek binalarla, sinemalarla, yeni ürünlerin bulunduğu
mağazalarla, şık insanların dolaştığı sokaklar, arabalar ve
tramvaylarla gösteriyordu. Bununla beraber büyümenin ve gelişmenin
yanında şehirle iç içe giren yeni toplumsal sınıflarda
oluşuyordu. Endüstri devrimi ve sanayileşme sonucu, yoksulluk
içindeki işçi mahalleleri ile kaldırımdaki şık kadınlar ve
fakir insanların karşı karşıya geldiği tezat insan manzaraları
yaşanıyordu.
Bütün bu
zorlukları mutlaka yaşamak zorunda olduğunu düşünen Dix,
savaşın üzerinde oluşturduğu değişimi şu sözleriyle ifade
ediyor. “Savaşın beni ne kadar derinden etkilediğini gençken
farketmemiştim. Yıllar boyu, en azından 10 yıl boyunca, hep aynı
rüyaları gördüm: Harabeye dönüşmüş evlerin arasından
sürünerek geçiyorum, anacak geçebileceğim kadar dar pasajlarda
zorlanarak yürüyorum. Hep yıkıntılar görüyorum rüyalarımda.
Resim yapmak da benim için bir kaçış olamadı...
Dix not
defterinde bir yandan, “Bitler, fareler, dikenli teller karmaşası,
pireler, kediler, gazlara, mermeiler, pislik, makinalı tüfek, alev,
çelik... Savaş işte bu! Şeytanın işinden başka bir şey
değil...” diye yazarak, yaşadığı savaşı kaleme alırken, bir
yandan da resimlerinde kullanmak üzere hastanenin patoloji
servisinden getirilen iç organlar ve kopmuş vücut parçaları
üzerinde çalışıyordu. Çünkü o gerçeği seven bir kişi
olarak her şeyi görmesi ve hayatın tüm derinliklerine inmesi
gerektiğini düşünüyordu. Geçmişin yok edilmesi, yeni bir dünya
düzeninin kurulması için savaş zorunluydu. Onun için savaş,
kanla yıkanılarak ulaşılan bir katarsistti adeta...
Savaş
sonrasında ürettiği eserlerinde; portre, peyzaj, canlı renklerin
kullanımı ve dini motifler ağırlıklı olarak görülür. Alman
eksprosyonist sanatının önde gelen isimlerinden Otto Dix için,
I.Dünya Savaşı sonrasını izleyen yıllar, yaşadığı acılara
rağmen sanatında verimli ve yaratıcı bir dönem olmuş, en önemli
eserlerini bu dönemde yapmıştır. “Savaş” (Der Krieg), savaşı
bütün çirkinliği ile ortaya koyan gravür eseridir. Gravürler
savaştan, inanılmaz yoğunlukla betimlenmiş birebir sahneleri
canlandırırken, detayların işlenişindeki keskinlik savaşın
psikolojik etkisinin bir tanığı olarak karşımıza çıkıyor.
Dix bir bakıma bu sahnelerde anılarını ortaya koyar. Bu
serilerdeki gravürlerin çoğunluğunda, yaralı bedenleri, korkunç
şekilde parçalanmış bir şekilde gösterilen sanatçının, genel
özelliğinde olduğu gibi ellere ve yüze özel bir önem
verilmiştir. Bir zamanlar o bedenin kişiliğinin aynası olan ama
artık bireyselliğinin kayboluşunu gösteren eller ve yüz
detayları, eserlerinde dramatik ve trajik bir anlatımla ortaya
çıkmaktadır.
1919 tarihli
“Pieschenli Denizci”, 1920 tarihli “Kibrit Satıcısı” ,
“Fritz Muller”, “Şövalyeler İçin Mihrap”, “Brüksel'deki
Aynalı Salonlardan Anı Tabloları”, “Kağıt Oynayanlar”,
“Barikat” ve “Prag Sokağı” şehrin, Avrupa uygarlığının
bütün haksızlıklarını, insanın insanlık dışı
davranışlarını ortaya döker. Öte yanda tüm acılara rağmen
duyarsızlığıyla kaldırımlardaki hoş kadınlar, erkekler ve
onların ayakları altında savaşın kör, sakat bıraktığı insan
figürlerinin bulunduğu etkileyici tasvirleri sanatçının en
önemli yapıtlarındandır...
Savaşın bıraktığı derin yaraları
hem fiziken hem insanların mahkum olduğu psikolojik toplumsal acıyı
ele alarak betimleyen Dix, keskin, alaycı ve eleştirel bir resim
diliyle yapıtlarına aktarır. I.Dünya Savaşı sırasında
ürettiği, savaşı acımasız bir gerçeklik içinde ele alan
yapıtları ve daha sonraları da özellikle “Siperler” adlı
resmi 1924'te sergilendiği zaman, bir tabuya dokunduğu düşünülerek
eleştirilmiş ve halkın direncini kırdığı gerekçesi ile 1937
de “Yoz Sanat” sergisinde gösterilerek, 1939'da Hitler rejimi
tarafından yakılarak imha edildi. Sanatı üzerinde bu baskı
sonucunda, Dix bir dönem figürsüz , panoramik manzaralar da
resmetti.
Eros ve ölüm arasındaki ilişki konusunda da bir dizi
sürdürmüş olan Dix, çoğunlukla toplumdan dışlanmışlıklar,
sirklerin, genelevlerin egzotik dünyası, fahişeler, mesleki
aletleriyle doktorlar, gazeteciler, barlar, zenci cazcılar, film
sahnesi gibi kurgulanmış seks cinayetleri, sadomazoşizm ya da yaşlı
insanların cincelliği gibi, tabu konuları işleyerek, olağanüstü
hicvedişi ile mizah ve çarpıcı bir gerçeklik kazandırarak,
hafızalarda hayranlıkla yer edinecek tablolar üretir.
Dix yaşamının
son yıllarını geri döndüğü Dresden'de geçirmiştir.
Almanya'nın Singen kentinde 25 Temmuz 1969 tarihinde hayatını
kaybetmiştir.
20 Temmuz 2012 Cuma
August Macke
3 Ocak 1887 Meschede – 26 Eylül Champagne.
Onun resimlerine bakanlar caddelerde, parklarda dolaşıyor gibidir. Hanımlar şapkacı dükkanlarının vitrinlerine bakmaktadır. O günlerde herkes şapka takıyordur ve renk renk, biçim biçim şapkaların içinden en güzelini, en yakışanını seçmek hiç de kolay olmasa gerektir.
Bir bakarsın, güneşli bir yaz günü, kibar ve ciddi bir bey, gölgesi güzel bir ağacın altında, sessiz bir bankta oturmuş keyifle gazetesini okumaktadır. Hafif bir rüzgarın estiğini ve dalarda kuşların cıvıldadığını sen de hissedersin. Bir kır kahvesinde maslarında oturmuş söyleşenleri, gazeteleri okuyanları görürsün.
O öğleden sonranın canlılığı senin de gözlerine yansır. Gölde bir yelkenli süzülürken, insanlar göl kıyısındaki bir duvara dayanıp manzarayı izlerken, şu az önce önümüzden geçen siyah takım elbiseli iki bey amca acaba siyaset mi konuşmaktaydı, der gibi bir edaya bürünmüşlerdir.
Az ötede kollarını trabzana dayamış bir çift baş başa vermiş, koyu bir sohbete dalmış gibiler. Bak, bir anne, ele avuca sığmayan oğlunu bu parkta yürüyüşe çıkarmış. Ya şu nehir kıyısında el ele dolaşan aşıklara bakan yeşil ceketli yalnız kadının hüznü, senin de gözüne takılmadı mı?
Kah bir gösteriyi izleyen seyircilerin arasına karışır, locada yerini alırsın, kah Macke'nin evinin penceresinden yoldan gelip geçenlere ya da karlı çatılara bakarsın. Bayan Macke, elinde bir meyve tabağıyla mutfaktan çıkageldiğinde şaşırmazsın.
Bir resminde bahçede çiçeklerle ilgilenen karısı, neşe içinde koşup oynayan çocuklarına seslenmektedir. Nasıl da sıradan, gündelik bir andır bu. Hayatın hep böyle anlardan ibaret olduğu sanılan... olağanüstü güzelliği fark bile edilmeden yaşanan... ama sonra bambaşka, belki de imkansız bir yerde ve zamanda durup durup anımsanacak, hep özlenecek bir an... Macke, bu resmi yüreğine koyup, beraberinde cepheye götürmüştür.
Birinci Dünya savaşı patlak vermiş, daha dün bambaşka amaçalar peşinde koşan trenler dolusu gencecik insan, şimdi asker olarak cephelere gönderilmeye başlanmıştır. Macke, en ünlü esimlerinden “Veda” ile bizi, tren garında savaşa uğurlanan askerlerin aileleriyle vedalaşmalarına tanık eder.
Babalarını belki son kez gören çocuklar... bir elinde, kocasını uğurladıktan sonra gözyaşlarını sileceği beyaz bir mendil ile kalakalan bir eş... resmin karanlık atmosferinde o beyaz mendil bir semboldür aslında: bir meçhule gidişin ve kasvetli bir geride kalışın acı sembolü... Çok değil, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, Macke de o garda geri dönmemecesine ailesiyle vedalaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı başladığında cepheye çağrılmış, bir ay içinde ölmüştür. Belli ki boyalarını, fırçalarını bırakıp da silahlara alışamamıştır. Yaşamı tuvallerinde yeniden yaratmak yerine, yaşayanları öldürememeiştir.
Yalnızce yirmi yedi yaşındadır öldüğünde ve adı mezar taşından önce resim tarihine yazılmıştır.
Macke'nin resimleri, bakarken bir an göze çarpan görüntülerdir sanki. Akıp giden, bizim dışımzdaki – Macke'nin dışındaki hayattan anlık kesitlerdir... tüm resimlerini hep bir “dışardan bakan” gözüyle çizmiştir. Bir daha oralarda olmayacağını, hayatın onsuz da akacağını sezmiş gibi... belki veda eder gibi, ama aynı zamanda “orada ben de vardım bir zamanlar” der gibi...
içimde bir isyan, istemsizce mırıldanıyorum. “Harbe giden sarı saçlı çocuk!/Gene böyle güzel dön/dudaklarında deniz kokusu/Kirpiklerinde tuz...”
Kaynak: Artist/Modern
1 Temmuz 2012 Pazar
25 Haziran 2012 Pazartesi
12 Haziran 2012 Salı
6 Haziran 2012 Çarşamba
30 Mayıs 2012 Çarşamba
ESCHER
17 Haziran 1898 - 27 mart 1972
M.C Escher 1898 yılında Hollanda'da doğdu. 1918 yılına kadar doğduğu şehir olan Arnhem'de inşaat mühendisi olan babası George Escher annesi Sarah ve dört erkek kardeşiyle birlikte yaşadı. Okul hayatı hiç bir zaman iyi değildi fakat çizimlerini gösterdiği grafik öğretmeni Samuel Jessurun Mesquita'nın yönlendirmesiyle; özellikle linol baskı yapmak için cesaretlendirilmiştir. Bu yönlendirmenin etkileri sonraki yıllarda çalışmalarının büyük oranda (linol ve ağaç baskı) tekniğinde üretilmesi olarak ortaya çıkmıştır.
Babasının isteği üzerine mimari eğitim almak için Arnhem'deki Mimari ve Dekoratif Sanatlar okuluna gider.
Sanat eğitimini tamamladıktan sonra sık sık seyahat etmiş, bu seyahatleri esnasında deneyimleri sanatçının yönünü belirlemiştir. Seyahat zevkinin etkisiyle önce İtalya'ya gitmiş ve burada birçok çizim yapmıştır.
1922 yılındaki İspanya ziyareti sırasında gördüğü El Hamra Sarayı'nda mozaiklerden çok etkilenmiş, baskılarının vazgeçilmez konularından biri olarak biçimlenmiştir.
1924 yılında tekrar İtalya'ya gitmiş ve burada Jetta Umiker ile evlenmiştir. Çift uzun süre Roma'da yaşadı.
İtalyan kasabalarının doğal görüntülerinden, büyük kentlerin, büyük mimari yapılarından yola çıkarak ve güçlü kontrast olan siyah-beyaz ilişkisini de kullanarak birbiriyle çatışan görüntüler ve perspektif efektleri yaratmıştır.
1930'lı yıllarda İtalya'da yüksek faşist hareket nedeniyle İtalya'dan ayrılarak ailesiyle birlikte İsviçre'ye yerleşmiştir. Başlarda İsviçre'yi sevemeyen aile 1936'da uzun Akdeniz gezisine çıkmıştır. Bu gezi sonrasında El Hamra onun için yeniden en zengin ilham kaynağı olmuştur. Tekrar duvar çinileri üzerine düşünmeye başlamış ve birim tekrarına dayanan üslubunu olgunlaştırmaya başlamıştı. 1937 de eserlerlerinin birkaçını gösterdiği Berend, onu matematiğe yönlendirdi ve escher'i matematikle tanıştıran kişi oldu. Escher simetri üzerine çalışmalara, okuduğu bazı makalerinin etkisiyle başladı. 1937 sonlarına doğru ailesiyle Belçika'ya taşındı. 1941 deki Nazi işgali yüzünden ailesi ile beraber Belçika'dan Hollanda'ya kaçmak zorunda kaldı. Sonraki yıllarda gelecekte ünlü olacak birçok çalışmasını yaptı. Sonraki yıllarda gelecekte çok ünlü olacak birçok çalışmasını yaptı. 1958 de tanıştığı Coxester ile ömür boyu arkadaş kaldı ve Coxester'in çalışmaları Escher'in birçok çalışmasına ilham kaynağı oldu. Aynı yıllarda 2 boyutlu ve 3 boyutlu öğeleri aynı anda içeren birçok çalışmaya imza attı.
Escher'in şaşırtıcı ve hayranlık uyandıran METAMORFOZ serileri bu dönemin ürünleridir. (Metamorfoz I, II ve III)
Escher'in çalışmalarının en ünlüleri imkansızlıklar üzerine kurulu kompozisyonlardır. Şaşırtıcı resimler yapmak için fizksel gerçeklikten bağımsız düşünmenin avantajınını kullanan ressamların başında gelen Escher, bu çizimlerinde alışılmışın dışında perspektif kullanarak imkansızlıklar yaratmıştır.
İmkansız figürlerin şairi Escher, var olmayan bir şeyi betimlemenin kuralları olduğuna inanır. Bu kuralların da kuralları olduğuna inanır. Bu kuralların da az ya da çok, peri masalları anlatıcısı ile aynı olduğu kanısındadır. İmkansız bir şeyin resmini çizmek isteyen kişinin zıtlıkların işlevini tatbik ederek, şoke ederek, şoke etmek, dehşete düşürmek zorunda olduğuna inanır.
İmkansız figürleri şöyle gerekçelendirir. “Bazen bana öyle geliyor ki, hepimiz imkansıza duyduğumuz tutkudan mustaribiz. Çevremizde bizi kuşatan gerçeklik, üç boyutlu dünya bizim için çok bayağı, çok donuk, çok alelade. Biz var olmayanın, mucize olanın anormal ya da doğaüstü olanın özlemini çekiyoruz. Çevremizdeki gerçeklik yeterli derecede garip ve açıklanamaz olmalı ama değil, bundan hoşnut değiliz ve bu durumdan kaçmak için imgelerle ve hikayelerle oynamakta diretiyoruz.
1962 de hastalanıp hastaneye kaldırıldı ve 1972 yılının 27 Mart günü Hilversum'da kaldığı hastanede hayata gözlerini yumdu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)