29 Nisan 2012 Pazar

Georges Seurat

Işığın rengine dokunan ressam
2 Aralık 1859 – 29 Mart 1891

Seurat'nın empreyonizmi ışığı yalnızca içgüdülerine dayanarak çözümleyerek, kendiliğinden olma özelliğiyle yetinmeyen güçlü bir tarzı vardı. Empresyonizmi ileriye götürmek için rengi nesnenin boyunduruğundan kurtaran bir yöntem uygular. Bir ışık resmi elde etmek için ışık tayfının katışıksız renklerini kullanır. Bilimsel renk kuramları ve ışık çözümlemeleri konusunda yaptığı sistematik araştırmalar ve renklerin kendiliğinden olan karşıtlıklarını incelemesi onu şaşırtıcı bir sonuca götürür. Renkler artık palet üzerinde karıştırılmıyor, tam tersine bu karışım izlyeicinin gözünde oluşuyordu. Bu nedenle ışık tayfını, katışıksız renkleri tuval üstüne yan yana minik noktalar biçiminde konduruyordu. Bu noktalar ancak, resimden yeterince uzakta olan izleyicinin gözünde birbirine kaynıyordu.
Seurat'ın öneminin bir başka boyutu da, ürettikleri ile kendinden sonraki çok sayıda önemli sanatçıyı etkilemesi ve onların çalışmalarına katkıda bulunmasıdır. Rober Delaunay Seurat'nın ilgilendiği renk teorileri ve nokta mekanizması arasında ayrım yaparken çok dikkatli davranmıştır. Söylediğine göre; “Nokta yalnızca, saf ifadenin aracı olan renk kontrastı kuralının önemiyle karşılaştırılamayacak bir teknik araçtır.”
1800'lü yılların sonunda “aşağı sınıftan” işçilerin resimleri, küçük ölçekli janr resimlerinde daha sık görülen bir temadır, ancak Seurat ilk geniş ölçekli resminde Seine Nehri kıyısında güneşlenen sıradan fabrika işçilerini ortalığı ayağa kaldıracak kadar görkemli bir biçimde tuvale aktarmıştır. Asnieres bir sanayi bölgesidir ve resimde de fabrikalar uzaktan görülebilir. Seurat bu resmi yapmadan önce, en az on dört yağlı boya ile yakalanmış bu küçük eğlence anı onu ortaya çıkaran müthiş emeği gizler. Sonuç, adeta taşa kazınmış gibi, zamanda bir ânın sonsuza kadar yakalandığı tam bir durağanlık duygusudur.
Seurat'nın ilk büyük resmi olan 'Bathers at Asnieres'onun resim oluşturma yönteminin ipuçlarını da içeren bir gerçekleştirilme süreci sergiler. Tümüyle bu resim ile ilişkilendirilebilecek on dört ahşap üzerine yağlıboya ve on adet desenin varlığı biliniyor. Sanatçının bu ön çalışmaları ile konu seçtiği yeri, insanlar olmadan ıssızken resmettiği gibi, özellikle haftasonları pazar günü kalabalığının içersinden ilgisini çeken tüm tipleri ve faaliyetleri çizdiğini bu eskizlerden biliyoruz. Bu ön çalışmaların ortaya çıkardığı bir gerçek de Seurat'nın üstün bir desen becerisine sahip olmadığını ortya koymalarıdır. Bunda ressamın bazı hızlı eskizlerini sırf konusunun renk armonilerini belirlemek için yapmasının veya daha çok insan, hayvan gibi figürlerin konturlarına ve kompozisyon içersindeki konumlarını araştırmaya fazla önem vermesinin de rolü olduğu söylenebilir. Seurat kafasındaki belirsizlikleri gidermek için konu olarak seçtiği yerde etütlerini yaparak projesini adım adım netleştirir.
Zamanın renk kuramlarından etkilenen Seurat özellikle “pointilism” adı verilen teknikle anılmıştır. Bu teknikle saf renklerden oluşan küçük noktalar özenle ve sistemli bir biçimde tüm tuvale uygulanır, böylece renkler izleyicinin bakışıyla iç içe geçerek bütünlük kazanır. Ressam bu tekniği “Bathers at Asnieres'de önde yıkanan kişinin kırmızı şapkasında görüleceği üzere tuvalin çeşitli bölgelerinde kullanır. Teknik daha sonra Signac ve Pisarro tarafından da benimsenmiş, aralarında Van Gogh'un da bulunduğu pek çok ressamı etkilemiştir.
Sanat hayatı boyuncqa noktalama tekniğinnin öncüsü olarak anılan Seurat, noktaların beynimizde birleşip bütünlük oluşturacağını savundu. Seurat'ın noktacı tekniğine özgü nokta benekleri ve karşıt değerlerin dengeli kullanımı, rengi optik olarak elde ederek daha canlı bir görünüm elde etmesini sağlamıştır. 1891 Bağımsızlar Salonu'nun açılışından sonra Seurat, 32 yaşındayken iltihaplı anjinden yaşamını yitirdi. Anlaşmazlıklar sonucu uzaklaştığı yeni izlenimciler grubu sanatçının ölümünden büyük üzüntü duydu.  








22 Nisan 2012 Pazar

AMEDO MODIGLIANI



1884 yılında, Seferad yahudilerinden olan Flaminio ve Eugennia'nın dördüncü ve son çocuğu olarak LIVOURNE'de doğar.
Yaşamı ilk gençlik yıllarında akciğer enfeksiyonu ile başlar. Ancak bu onun sanat eğitimi almasına engel olmaz.
1902 yılında Floransa'daki Serbest Nü okuluna kaydolur. 1903 de Şili'li ressam Manuel Ortiz de Zarate ile arkadaş olduğu Venedik'teki Güzel Sanatlar Enstitüsü'nde çalışmalarına devam eder. Arkadaşı Ortiz Paris ateşini harekete geçirir. (Loutrec, Gouguin, Van Gough ve Cezanne'dan kendisine bahsetmiş olan arkadaşı) Ortiz'dir. Yaşamının olumsuzluklarına karşın kendisini geliştirir. İtalya'da yavaş yavaş tanınmaya başlamış, az çok para da kazanmıştır resimden.
1906 yılında Paris'e taşınır ve yaşamının en önemli devri de böylece başlar. Picasso ve arkadaşları Max Jacob, Maurice de Viaminc, Kees Van Dogen gibi sanatçı ve yazarların bulunduğu entelektüel çevre içine girer. Van Gaugh, Gougin, Toulase, Lautrec, Cezanne, Matisse, Picasso gibi ustalardan büyük ölçüde etkilendiği, benzer işler ürettiği bu döneminden sonra 1917'lerde kendine özgü derin konturlarla, canlı renkler ve kuvvetli ışıkla karakterize ettiği, sentezlediği olgun stilini bulur.
Paris'e yerleştiği yıllarda başladığı nü tabloları onun sanatında büyük önem taşımakta ve kendisine has tarzını anlamamız için büyük ipuçları vermektedir.
Modiglani bu dönemlerde, içinde bulunduğu fakirlik ve hastalıklara rağmen kendisini geliştirmekten geri kalmamış portrelerinin yanı sıra kabilelere ait sanatı da araştırmış, Afrika sanatı konusundaki bilgisi bir heykeltraş olarak gelişiminde can alıcı olmuştur.
Sanatçı yaşamının en büyük aşkı, kendisi gibi ressam olan Jeanne He'buterne ile yine bu dönemde bir resim atölyesinde tanışır. Büyük aşkalrından aynı isimde bir de kızları olur. Alman istilası tehlikesi karşısında Nice'e taşınırlar.

1919 yazında eleştirmenlerce övülen ve işleri en çok sergilenen sanatçı olur.
Aynı tarihlerde modiglianı aşırı kan kayıpları ile sonuçlanan öksürük ataklarından ızdırap çekmeye başlamıştır. Hastalanır. Bir kaç haftayı yatakta geçirir. 24 Ocak'ta 36 yaşında hayata veda eder. Büyük aşkı Jeanne iki gün sonra iki küçük kızını ardında bırakarak beşinci kattaki apartman dairesinden atlayarak intihar eder. Jeanne o sırada hamiledir.






3 Nisan 2012 Salı

Picasso (1881 - 1973)


Picasso 25 Ekim 1881 de Güney İspanya kıyılarında bir Endülüs kenti olan Malaga’da dünyaya geldi. Vaftiz edildiğinde kendisine verilen adı on dört isimden oluşuyordu. Süreç içinde babasının soyadı  Dona Jose Ruiz yerine annesinin soyadı olan Picasso’yu kullanmıştır.
Babası yerel bir resim okulunda öğretmenlik yapıyordu. Done Jose oğluna, 7 yaşından itibaren resim dersleri vermeye başlamıştı. Picasso 13 yaşındayken babasının başladığı bir eskizi tamamlamıştı. Don Jose oğlunun yaptığını görünce, paletiyle fırçalarını ona verdi ve bir daha resim yapmamaya yemin etti. 13 yaşında güzel sanatlar akademisi’ne başladı. 14 yaşındayken ‘’çıplak ayaklı kız’’ tablosunu yaptı.

Picasso önce Madrid, sonra da Barcelona akademilerine devam etmişti, ama buradaki öğretmenlerin ona verebilecekleri hiçbir şey yoktu. Bununla birlikte Barcelona, Picasso’ya Paris’in bohem yaşamını örnek alan ressamlar arasından bazı dostlar edinme fırsatını vermişti. Picasso kendisini özgür hissetmeye başlamıştı. Londra ve Paris’teki yeni resim akımlarını görmek istiyordu. 1900’de Londra’ya gitmek üzere yola çıktı, ama önce Paris’e uğradı.
Paris’e ilk gelişinde yeni ve farklı resim yaklaşımlarının peşinde koşan bir kentle karşılaşmıştı. İzlenimcilik iyi tanınmaktaydı; en önde gelen temsilci olan Claude Monet uluslar arası bir üne sahipti. İçinden çıkan noktacılar gibi gruplar, izlenimciliğe meydan okuyor, Degas ve Renoir kendi bireysel yollarında ilerliyorlardı. Gauguin ve Van Gogh gibi yalnız adamlar aşırı bireysel biçemler geliştirmişlerdi. Picasso başlangıçta bu yan etkileri yaşadı. Ancak hemen sonra kendi resim biçemini geliştirdi. Kısa zamanda onu izleyenler bir grup oluşturdu. Bu grup, ‘’La Bande Picasso’’ (Picasso Grubu) olarak tanındı. 1905 yılına gelindiğinde Henri Matisse’in öncülüğünde fovizm (bu biçemin başlıca amacı, rengi ifade aracı olarak kullanmaktı.) adlı yeni bir resim biçemi gelişmişti. Matiise, ve arkadaşı ressam Paul Cezaanne yüzyılın başında resim sanatının yönünü büyük ölçüde etkilemişlerdir. Ama resme, gerçeküstücülük, dışavurumculuk, fütürizm, kübizm ve daha birçok ‘’izmler’’le yan yana çalışırken, kendine has biçemini ve bireyselliğini hep sürdürmüş olan Picasso kadar büyük katkısı olan yoktur.
Picasso kırklı yaşların ortalarındayken tam anlamıyla bir başarıya ulaşmıştı. Paris’in yoksul semtlerinde geçirdiği parasız ve bohem günlerden sonra Akdeniz sahilinde bir villaya, özel şoförlü limuzinlere sahip olmasını sağlayan zenginliğe ve refaha kavuşmuştu. Ancak bütün bunlarla beraber mutsuz bir evliliği vardı. Picasso, 11927’de Paris caddelerinde 17 yaşındaki bir kızla tanışmıştı. Marie-Therese Walter adındaki bu kızla aralarında kısa sürede bir aşk ilişkisi başladı. Picasso halihazırda evli olduğu için ilişkilerini gizlice yürütüyorlardı. Olga bu dönemde kocasının yaptığı tablolara dikkatlice baksa bu ilişkinin varlığını anlayabilirdi, ama onun tablolara karşı ilgisi yoktu. Marie-Threse sonunda (1935’te) Picasso’dan Marie-Concepcion adını verdikleri br çocuk sahibi oldu. Çocuğa kısaca Maya diyorlardı. 

Picasso’nun yeni doğan kızı kırk yıl önce İspanya’da yaşama veda etmiş olan kız kardeşinin adını taşıyordu.
Picasso’nun resimlerine 1901’den 1904’e kadar mavi renk hâkim olmuş, bu dönem ‘’Mavi Dönem’’ olarak tanınmıştır. Eserlerine bir tek rengin hâkim olmasının nedenleri yalnızca tahmin edilmekle birlikte, arkadaşı Carlos Casagemas’ın ölümünün Picasso’yu derinden etkilediği ve bunun da resimlerine yansıdığı kesindir. 



Casamegas, 1900’de Picasso’yla beraber Paris’e giden bir ressam arkadaşıydı. Montmartre’da birlikte oturmuşlardı, ama Picasso Noel için İspanya’ya döndüğünde Casamegas yeni bulduğu sevgilisi Germaine’le kalmıştı. Bu aşk macerası kısa süreli ve hüzünlü olmuş, sonunda Casamegas ertesi yılın şubat ayında Paris’teki bir şarap dükkânının arka odasında kendi kafasına bir kurşu sıkmıştı. Picasso yaşamının sonraki yıllarındaşöyle demiştir: ‘’Beni tablolarımda mavi rengi kullanmaya iten Casamegas’ı düşünmemdi.’’
Picasso 1906’dan itibaren doğru çevrelerde dikkat çekmeye başladı. Parisli sanat eleştirmenleri artık heyecan verici eserleri Matisse’le rekabet etmekte olan bu 25 yaşındaki ressamı önemsiyorlardı. Picasso ve Fernande, o yılki yaz mevsiminde Paris’ten ayrılarak Pireneler’de bulunan Gosol adlı küçük bir köye gittiler. Eşyaları, ulaşımın çok güç olduğu bu köye katır sırtında taşındı. Gosol’da yapmaya başladığı resimler ‘’Pembe Dönem’’in çekici kompozisyonlarını bıraktığını ve yeni bir biçemi denemekte olduğunu gösteriyordu. Yazın sonuna doğru ortaya çıkan bir tifo salgını, Picasso ve Fernande’ın Gosol’dan ayrılmasına neden oldu. Picasso bu uzak dağ köyünde ürettiği tabloları, eskizleri ve fikirleri Paris’e dönüşünde yanında götürdü. 1907 ilkbahar ve yaz ayları boyunca Batı resmine nerdeyse 500 yıldır hâkim olan sanatsal geleneği yıkacağı düşündüğü bir tablo üzerinde çalıştı. Bu tabloya önce Le Bordel (Genelev) adı verildi, ama tablo daha sonra Les Demoiselles d’Avignon (Avignon’lu Genç Kızlar) adıyla tanındı.

Picasso Avignon’lu Genç Kızlar tablosunu yaptıktan sonra tuvali duvara bakacak şekilde çevirmiştir. Bu resim pek hoş karşılanmamıştı ve kayıtsızlıkla karşılanacağı birkaç yıl sonrasına kadar da tam olarak halka sergilenmeyecekti. Picasso tablosunun öneminin farkındaydı. Tabloyu önemli bulan bir başka ressam da onu açıkça övmemiş olan, ama çok etkilenen Georges Braque’tı. Braque her şeyi geometrik biçimlere dönüştürerek manzara resimlerini bir adım ileri götürmüş olan Cezanne’ın sadık izleyicilerindendi. Braque’ın 1907 sonbaharında Salon’a teslim ettiği altı tablosu, jüride bulunan Matisse tarafından değerlendirilmişti. Matisse, Braque’ın her şeyi petits cubes (küçük küpler) haline getirdiği yolunda bir yorum yapmıştı. Eleştirmen Louis Vauxcelles, bu ressamları ‘’kübist’’ olarak tanımladıktan sonra, bu isim kabul gördü. Avignon’lu Genç Kızlar’dan sonraPicasso’nun eserlerinde belirgin bir kübist biçem görülmeye başlandı.
Kübizmle birlikte resme yeni bir yaklaşım gelmişti. Hem Picasso hem de Braque nesnelerin resimlenme biçimini sınırlarına kadar zorlamaktaydı. 





Bu yeni resim biçemi geniş toplum kesimleri tarafından hemen anlaşılamıyordu. Artık, şimdiye kadar ressamların düz resim yüzeyinde yaratmış oldukları,  gerçeğin ‘’göz yanılsamasını’’ paylaşamıyorlardı. Çünkü bu ressamlar, göz yanılsamasını yok edip onun yerine gerçeğe kendi kişisel bakışlarını koymuşlardı. Picasso ve Braque ‘ın ‘’kişisel’’ görüşleri artık var olan resim geleneklerine dayanamıyordu. Bu iki ressam birbirlerini hem ileri hem de yukarı doğru kışkırtıyorlardı. Braque daha sonra bu konuda şöyle demişti: ‘’Sanki aynı iple bir dağa tırmanan dağcılar gibiydik.’’ 1912’de resim yapmalarına yardımcı olması için nesnelerin kartondan modellerini yapmaya başladılar. Picasso birdenbire tamamen yeni bir yaklaşımla kübist heykeller yapmakta olduğunu fark etti. Taş oyma ya da kile şekil vererek çalışma yerine, çeşitli metal levhalar kullanarak heykel yapıyordu.
Picasso kendisini desteklemeye hazır insanları nispeten erken yaşta bulabildiği için şanslıydı. Paris’e ilk gidişinde bir sanat galericisi olan Ambroise Vollard, Picasso’nun eserlerine ilgi göstermiş ve tablolarını galerisinde sergilemişti. 101’deki bu sergi Picasso’nun ilk gerçek sergisiydi. Vollard, Picasso’nun sanatının başlangıç dönemimde onun eserlerinin temsilciliğini yaparken ikisi arasında sıkı bir dostluk oluşmuştu. O devirde sanat galericilerinin etkisi büyüktü ve resim dünyasını onlar şekillendiriyordu.  Bir başka genç sanat galericisi olan Daniel Kahnweiler ise zengin babasından aldığı bir miktar parayla kısa süre önce bu işe başlamıştı. Kahnweiler, Picasso’nun Avignon’lu Genç Kızlar  adlı tablosundan haberdardı ve onu almaya çalıştı, ama Picasso yalnızca hazırlık çalışmalarını satıyordu. Sanat galericileri arasındaki rekabet Picasso’ya başarı getirdi. Paris’teki ilk günlerinin sıkıntısı bir tarafa bırakılırsa, Picasso eserlerini çabucak satarak geçimini sağlayacak hale gelmişti. Bir ressamın, özellikle de genç bir adamın geçimini kendi başına sağlaması o dönemler için olağandışıydı. Resim sanatının tarihi boyunca ressamlar çoğunlukla sanatlarını destekleyecek kimseler bularak iki yakalarını bir araya getirmeye çalışmışlardı. Picassso’nun olağanüstü dehası hemen fark edilmiş ve kendisiyle kalabalık ailesine, geçen yıllarla birlikte kayda değer bir servet oluşturacak kadar büyük bir gelir sağlamıştır.
Picasso’nun 20. Yüzyılın en önemli ressamı olup olmadığı tartışılabilir. Çok fazla sayıda yağlıboya resim, çizim, baskı ve ve heykel üretmiştir. Dünyadaki modern resim müzelerinin çoğunda eserlerinden örnekler bulunmaktadır. Bugün sanat tarihçileri Picasso’nun adını Giotto ve Michelangelo’yla birlikte anarlar, çünkü onlarınkiler gibi Picasso’nun eserleri de Batı resmine yeni bir yön vermiştir. Kendisini izleyenlere soyut resmi gelitirme imkânı sağlayarak, ressamları ‘’gerçekçi resmin baskısından’’ kurtardığı söylenir. 20. Yüzyıl soyut resimle hatırlanacaktır ve soyut soyut resmin yapılmasını mümkün kılan kişi Picasso’dur. Picasso’nun eserleri pek çok farklı biçemi içerir. Ressam arkadaşı Braque ile gerçeküstücülüğün ve tabii ki soyut resmin gelişimine yardımcı olmuştur. Picasso kendini yaşamının ileri dönemlerinde, sanatları Picasso ustayla asla karıştırılamayacak yeni kuşak ressamlardan çok, Velazquez ve Manet gibi ressamların uzun süre kalıcı olan geleneklerinin bir parçası olarak görmüştür.