28 Mayıs 2013 Salı

EDWARD HOPPER / 22 Temmuz 1882 – 15 Mayıs 1967



Amerika'da doğan Hooper, duygusal olmayan gerçekçi tabloları, kent ve kırsal kesim insanları ile onların ortamlarını benzer biçimde betimleyerek yirminci yüzyılın başlarındaki Amerikan yaşamını çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır.


1920'lerde ulaşım sistemlerinin çağdaşlaştırılması, halkın büyük kitleler halinde küçük kasabalardan kent merkezlerine göç etmesini tetiklemişti. Amerikan yönetimi, ele geçirilmiş olan kıtanın kısa tarihine rağmen, siyasi arenadaki ciddi yapılanmasını, yine aynı tarihlerde ulusal bir proje olarak tamamlama ve dünyaya dayatma sancısı içersindeydi. İtalyan ve İrlandalı göçmenlerde rastlanan mafyatik eğilimler de aynı tarihlere denk düşmektedir.


Hopper ve yüzyılın başından önce, sanatsal diğer alanlarda dünyaya hiçbir sunumu olmayan bir toplum, gelecek yıllarda dünyayı etkileyen/tetikleyen akım ve oluşumların merkezi/çıkış yeri olacaktır. Bu açıdan da 1900'lü yılların Amerikası ve başlangıçta yer alan isimlerden biri olma özelliğinden dolayı Hopper çok iyi okunmalıdır.

Hopper, ışık ve rengin mükemmel karışımını resimlerinde uygulamayı 1901'den 1906 yılına kadar Paris'te öğrencisi olduğu Robert Henri'den öğrenmişti. Henri, Amerika'nın gelişen metropol yaşamını, apartmanları, rıhtımları, fabrikaları, sokakları gerçekçi bir anlayışla resmetmeyi amaçlayan, Ashcan okulu olarak bilinen bir ressamlar grubunun üyesiydi. Fakat hopper, diğer yerel sanatçıların küçümsediği ya da görmezden geldiği, Amerika'nın yalın mimarisi ve günlük sokak görünümlerini kendi yorumuyla aktarıyordu. İster demiryolu istasyonları veya tren vagonları olsun, ister barlar, restoranlar, çeşitli ev sıraları ya da evlerin ön sundurmaları olsun, Hopper Amerika'yı gördüğü biçimde resmetti.


Sanayileşme ile birlikte yaşanan değişimi; bireyin ve çevresinin de zorunlu olarak yaşayacağı dönüşümle paralel olarak algılayan sanatçı, etkileyici ve dokunaklı bir trajiklikle dönemini resmetmeyi başarmıştır. Amerikan yaşam tarzında meydana gelen bu değişimi belgeler nitelikteki çalışmaları, dokunaklı olmakla birlikte özgün bir ifadedir. Özellikle günümüzde “kentsel dönüşüm” dayatmalarının yaşandığı İstanbul günlüğünde, belki de Hopper'ın aktarmaya çalıştığı, kasaba ve şehrin dışında kalan sakin yaşamlara dair görünümleri, döneminin çağdaş yapılanmasının, diğer bir taraftan Amerikan alt ve orta sınıfının kaybolan suskunluğunun yansımasıdır. Hopper, genellikle tablolarında insanın zaman karşısındaki konumunun ne kadar üzücü olduğunu, zamanın kontrol edilemez akışını ve bireylerin birbirleri ile ya da misafiri oldukları dünya ile gerçekten iletişim kurmalarını engellenmeye yapılanmaya işaret etmektedir. Bu açıdan Hopper, resimleri ile yakın tarihin perdesini aralayan bir belgeselci gibidir. Amerikan gerçekçiliğinin önde gelen sanatçılarından Hopper'ın eserlerini incelediğinizde, pek çok filmin bu kompozisyonlardan etkilkenerek kadrajlandığını görürsünüz. Edebiyatçıların da esin kaynağı olan ressam, 1950 sonrası kaleme alınmış Amerikan edebiyatının mekân tasvircisi olarak okunabilir.

Hopper'ın “Gaz” adlı resmine baktığınızda, bu olağanüstü, izleyene heyecan veren kompozisyon, hareketli bir görüntüye dönüşmek üzere olan donmuş bir film karesi gibi görünmektedir; belki bir yol, korku ya da macera filminin çarpıcı sahnelerini hatırlatmaktadır.